24 Şubat 2010 Çarşamba

Nette yazısal teşhirciliğe hoş geldiniz..


1980 ler... Robert Redford'un hapishanede geçen dramatik filminden etkilenen ben bu ismi çok ama çok benimsemiştim. Okulda kitap kapaklarına , sıralara her yere yazar veya kazırdım.

"The Brubaker".

O zamanlar kimlik arayışı içerisinde yaşanan gençlik düellolarında The Brubaker bende iyi yer edinmişti.

Yani " Hastası" idik, Hastası olmuştuk.

Zaman içinde bir de "rock" kavramı ile ne acayiptir Annemin Elvis hastası olduğunu keşfettiğim yıllarda tanışıp, flört dönemini hızlıca aşarak bir yaşam partneri durumuna getirmeye çalışmıştık.

Ama Pink Floydları veya Deep Purple'ları sonradan keşfeden klanlardanım. Zira 80'ler "çocuu" idik..

Bon Joviler, Van hallen'lar, White Lion, White Snake, Guns'n Roses'lar, Journey, Survivor,Dire Straits, Bryan Adams, Bruce Springsteenler... bu liste böyle uzar gider...

Sonraları teşhircilik "Rock" gömleği altında kendi kimliğini aradı. Saç uzatma denemeleri, motorocu siyah deri montun üstüne kot yelek durumları... Gitar henüz katılmamıştı. Eküri değildi o zamanlar..

Yıllar geçti, okullar bitti, diyaloglar yapıldı, tüketildi ! Gitarlar çalındı, söylendi, Hayatlar müşterek yenildi ve içildi !

Şöyle geriye dönüp bakıyorum da her birimiz bir oyunun bir parçası mıyız yoksa kendi oyunumuzu oynamaya mı geldik diye soruyorum kendime?

Zaten hep bir Brubaker olmak istemişimdir..

O hapishaneye tutuklu kılığında gelen müdür idi, bense hangi kılıkta bilmiyorum ama bu dünyaya "Ben"i yaşamaya gelmiş benim..

Zaten hayat sen plan yaparken başına gelen her şey değil midir?